“Ülkenizi, sadece kazandığınızda sevemezsiniz” sözlerini sarf etti ABD Başkanı Biden “Birliğin Durumu” (State of the Union) konuşmasında. Son başkanlık seçimlerinin meşruiyetini sorgulayan Trump ve destekçilerine bir göndermeydi bu. Cumhuriyetçi Parti’nin diğer başkan adayı Nikki Haley’nin yarıştan çekilmesinden sonra seçimin Trump ile Biden arasında geçeceği belli olmuştu. Amerika, iç savaş dönemi hariç belki de tarihinin en kutuplaşmış haliyle bir seçime gidiyor.
Aynı rengin farklı tonları
ABD’deki iki parti sisteminde yaşanan seçim sonuçlarının dünyanın geri kalanı için büyük paradigmal değişiklikler getirmeyeceği söylenirdi eskiden. Birbirlerine ağır ithamlarda bulunup, kıyasıya rekabet etseler de Cumhuriyetçi Parti ile Demokrat Parti aslında aynı rengin farklı tonlarıydı. En niyahetinde iki parti de serbest piyasayı, liberal demokrasiyi ve Amerika’nın “hür dünyanın lideri” olduğu iddiasını savunuyordu. İkisi de aslında sağ partiler idi, birisi merkeze daha yakın diğeri daha uzak.
Artık yeni paradigmalar geçerli
Son 10 yılda bilinen bütün ezberler bozuldu. Trump ile beraber dengeler alt üst oldu. Ancak Trump zaten kabuk değiştiren düzenin bir semptomuydu. Demokratlar sola, Cumhuriyetçiler sağa kaymaya çoktan başlamışlardı. 2008’de Obama’nın rakibi John McCain’in başkan yardımcısı adayı olarak Sarah Palin’i seçmesi, Cumhuriyetçi Parti’nin geleceği hakkında ipuçları veriyordu. Kendilerine “Tea Party” adını veren partinin sağcı kanadı yavaş yavaş gücü eline alıyordu.
Diğer tarafta da durum çok farklı değildi. Kendini ‘demokratik sosyalist’ olarak tanımlayan bir başkan adayının ciddi anlamda oy topladığına şahitlik ettik. Bernie Sanders’dan bahsediyorum elbette. İngiltere’deki sağlık hizmetlerini (NHS) örnek göstererek devletin evrensel ücretsiz sağlık hizmeti sunması gerektiğini savunarak neredeyse partinin başkan adayı olacaktı Sanders.
Sonuç olarak artık ABD’de her iki partinin de aynı temel değerleri ve hatta rejim tipini savunduklarından bahsetmek eskisinden çok daha zor. Trump ve Biden arasındaki seçim grinin farklı tonları değil siyah ile beyazın arasında geçecek; dünyaya zorla demokrasi ihraç etmeye çalışan bu ülkenin kendisinde demokrasinin tehlikeye girdiğini söylemek artık mübalağa etmek değildir.
Gazeteler adayları desteklemeliler mi?
Bu denli kutuplaşmış bir halkın içinde gazetecilik yapmak da kolay değil. Geçtiğimiz günlerde ABD’nin en saygın ve köklü gazetelerinden The New York Times eleştiri oklarının hedefindeydi. Şaşırtıcı olan ise Cumhuriyetçiler tarafınan eleştirilmeye alışık olan gazetenin bu kez Demokratlar tarafından yerden yere vurulmasıydı. Biden’ın yaşının seçime etkisi hakkında bir anket yaptıran New York Times’ın suni gündem yarattığı ve yeterince Trump karşıtı olmadığı dile getirildi.
Seçim dönemlerinde basın ve medya kuruluşlarının nasıl tavır takınmaları gerektiği derin bir tartışma konusudur. Farklı ülkelerde farklı uygulamalar mecvuttur. Örneğin ABD ve İngiltere’de gazeteler açık açık kimi desteklediklerini duyurmaktan çekinmezler. Bir yanda tarafsız yayıncılık ilkesi, öte yanda gazetecinin halkı yönlendirme, katılımcı demokrasinin bir aktörü olma görevi kafa kafaya gelir. Açıkçası ben şahsen gazetelerin kurumsal olarak resmi bir şekilde bir adayı ya da partiyi desteklemelerini hep yadırgamışımdır. Elbette zaten herkesin rengi bellidir ama özellikle her kesimden okuyucusu olan ana akım medyada tarafsızlık ilkesinin daha ağır basması gerekir kanaatindeyim.
2016 seçimleri öncesinde sol tandanslı The Huffington Post, Trump ile ilgili her haberin altına Trump’ın yalancı olduğunu yazan bir editoryal not ekliyordu. Trump başkan seçildikten sonra bunu yapmayı bırakmaya karar verdiler. Trump birden dürüstlük abidesi mi oldu? Hayır! İşte bazen büyük lokma ye büyük laf etme sözünün önemini daha net anlıyoruz.